Arnavutköy Mutlu Son

Arnavutköy Mutlu Son

“Haydi, kadın Fanny,

” dedi. “Kaldır başını yavrum, kederin

o güzel yüzünü mahvetmesine izin verme. Ne şu demek oluyor ki! Üzüntüler Arnavutköy Mutlu Son

sadece sınırlı zamanlar içindir. Haydi, rahat bırak kendini.

İşte, karşında başına gelen felaketleri duymuş ve sana hizmet

etmeye can atarak buraya kadar gelmiş değerli bir bey

oturuyor. Onunla daha yakın olmalısın ve artık fırsat

elindeyken zaman kaybetmeden pazarlığını yapıver.”

Bu ince ve özlü sözlerden ürkmüş şaşırmış görünen adam, Arnavutköy Mutlu Son

meydana getirmeye niyet etmiş olduğu iyiliğe beni yavaş, yavaş alıştırmaktansa

sarsıp şoka uğrattığı, her şeyi bu şekilde kötü bir tavırla iğrenç

etmiş olduğu için kadını payladı. Sonrasında bana döndü, tüm öykümden,

benim kadar genç ve güzel birinin saplanması için acımasız

bir batak bulunduğunu itiraf etmiş olduğu bu sorunnın tüm koşullarından

tamamıyla haberdar olduğunu söylemiş oldu. Uzun süredir beni

beğendiğinden, kadın Jones ile benim hakkımda mevzuşmuştu

fakat tüm kalbimle bir başkasına bağlı olduğumu öğrenince

umudunu yitirmişti. Talihimin aniden döndüğünü duyuncaya

dek, benimle ilgili umutları kaybolmuştu. Sadece benim artık

Arnavutköy Mutlu Son

yalnız olduğumu öğrendiği vakit tüm gereksinimlerimin

eksiksiz karşılanması için ev sahibime özel emirler vermişti.

Eğer atlatamayacağı işlerden ötürü yurtdışına, Lahey’e

gitmek zorunda kalmasaydı hastalığım esnasında kendi gelip

benimle ilgilenecekti. Hemen hemen önceki gün dönmüş, iyileştiğimi

öğrenmiş, kendini bana tanıtmak için ev sahibimin aracılığını

istemişti. Sadece ev sahibimin benim bakımım sırasında Arnavutköy Mutlu Son

yaptığı masraflar mevzusundaki patavatsızlığı onu çok

kızdırmıştı böylece hemen orada bana olan ilgisinin bir kanıtı

olarak kadın Jones’a olan tüm borcumu ödedi. Artık ev

sahibimin benim üzerimde her hangi bir baskı uygulamaya ya

da beni her hangi bir şeye zorlama şansı yoktu.

O, düşüncelerini bana açarken ben de gözlerimi kaldırıp onu

incelemeye cesaret edebilmiştim. Göze fazlasıyla hitap eden

biriydi. Güzel yapılı, kırk yaşlarında, mütevazi kumaştan bir dizigiymiş, parmaklarının birinde konuşurken elini salladıkça

pırıltısı gaslımü alan ve insanın gaslımdeki önemini artıran

büyük bir elmas yüzük vardı. Doğrusu kısacası, doğumuna ve

durumuna özgü bir seçkinlik havası taşıyan ve genelde

“yakışıklı bir esmer” denen cinsten biriydi. Gene de bütünsözlerine bolca, bol akıp içimi rahatlatan ve sesimi boğup aslına bakarsanız

ne diyeceğimi bilemediğim yanıtlar yerine beni konuşmaktan

alıkoyan gözyaşlarıyla karşılık veriyordum.